Büyük Düşünce Deneyi – Bölüm 2: “2001: Bir Uzay Destanı”
Bir önceki yazımızda Philip K. Dick’in “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” romanını yeni problemleri tanıdık bir bağlamda ele almak için kullanabileceğimiz bir düşünce deneyi olarak aktardık.
Bir diğer büyük düşünce deneyi ise 1960’lı yıllardan: “2001: Bir Uzay Destanı” Arthur C. Clarke‘ın romanı ve Stanley Kubrick‘ in filmi olarak paralel şekilde gelişen Uzay Destanı, insanlığın ve zekanın evrimi ile ilgili bir hikaye. İnsanlığın Afrika’da alet kullanmayı keşfi ile başlayan hikaye, zekanın yeni gelişen teknolojilerle birlikte hangi yönde ve nasıl ilerleyebileceğini sorgular. Hem roman hem de filmde, astronot Dave Bowman‘ın uzay gemisinin kontrolünden ve mürettabatın bakımından sorumlu yapay zeka HAL 9000’in rehberliğinde güneş sisteminin dışında ilerlediği yolculuğu anlatılır.
Bilgisayar konsolu içerisinde somutlaştırılmış HAL 9000, neredeyse bugünün duygusuz metin okuma yazılımına benzeyen biçimde ancak daha soğuk, daha kurnaz bir kişilikle ve gizemli bir dinginlikle insan sesinde konuşuyor. HAL soyut akıl yürütme, dili kavrama, dil üretme, insan yüzlerini ve duygulanımlarını hatırlama, şarkı söyleme ve David’ in çizimlerine hayranlık duyma yeteneklerine sahip.
HAL tam anlamıyla Hofstadter’ in ürpertici seviyede yetkin yapay zeka vizyonunun bir göstergesidir.
Filmde sembolik bir sahne yer alır: HAL mürettabatı kasten aldatıp güvenliksiz bir şekilde gemi dışına çıkarmadan kısa bir süre önce satrançta astronot Dave’i yener. HAL’in zaferi IBM’ in satranç yapay zekası Deep Blue‘nun dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’ a üstün gelmesinin dev ekranda bir ön gösterimidir. 2017 yılında yaşayan bizler için bilgisayarların satrançta üstünlüğü kabullenilmesi kolay bir durumdur. Ancak önceki gönderide tartışıldığı üzere, Deep Blue’dan önce bilişsel bilimciler Turing testini geçemeyen bir yapay zekanın böyle bir dönüm noktasına ulaşabileceğine şüpheyle bakıyordu. Bir bilişsel bilimci olan Douglas Hofstadter 1979′ da yazdığı “Gödel, Escher, Bach” adlı kitabında:
“Satrançta [nihayetinde] herkesi yenebilecek programlar olabilir, ama onlar yalnızca bilgisayar programı olmayacaktır. Onlar genel zeka programları olacaktır, ve onlar insanlar kadar maymun iştahlı olacaktır;
“Satranç oynamak ister misin?”
“Hayır satrançtan sıkıldım. Hadi şiirlerden konuşalım.”
HAL tam anlamıyla, Hofstadter’ in ürpertici seviyede yetkin yapay zeka vizyonunun göstergesidir. Günümüzün yapay zekası dil algılama ve insan duygularını işleme çabasının içinde dolanadursun, Stephen Hawking ve Elon Musk gibi düşünürler HAL’in Dave ve diğer astronotlara yaptığı gibi bir gün yapay zekanın bize ihanet edip etmeyeceğini sorguluyorlar.

“Clarke, makinelerin, ‘evrim için bir basamak’ olduğunu düşünüyordu …”
Gerçekte, böyle bir hesaplaşma günü çok uzak olmayabilir. Yapay zeka alanındaki son gelişmeler gerçek beyin mimarisinden esinlenmiş yapay sinir ağları kullanılarak başarıldı. Bu ağlar önprogramlı data ve çıktılar yerine beynin öğrenme yöntemlerine oldukça benzer bir yol kullanırlar. Nöronları taklit eden sinirsel birimler arası bağlantılar Hebb kuralına göre değişir; birlikte ateşlenen nöronlar birbirlerine tutunurlar. Diğer bir deyişle; bir ağdaki nöronlar arası ilişkiler, çevredeki uyaranlar arası ilişkiler tarafından yakalanır. Yapay sinir ağları şimdiden konuşmaları anlamak ve arkadaşlarınızın fotoğraflarını otomatik olarak etiketlemek için Facebook tarafından kullanılıyor. Facebook tarafından halen kullanılan DeepFace yüzleri %97 doğrulukta tanır ve öğrenme ile değişebilen 120 milyon güçlü nöral bağlantıya sahiptir. (Karşılaştırıldığında insan beyninde 100 trilyon sinirsel bağlantı vardır)
HAL 9000’i DeepFace’in izinden giden süper akıllı bir sinir ağı olarak düşünebiliriz. HAL’ın filmdeki ve romandaki ihanetinden sonra Dave, insan evriminin sonraki aşamalarına doğru metafiziksel bir yolculuğa çıkar. Uzay destanının kalbindeki soru, “İnsanın evriminde atılacak bir sonraki adım nedir ve bunda makinaların rolü ne olacak?” idi. Sonuç olarak, Clarke’ın makinaları, bizim gibi biyolojik yaşam biçimleri ile hikayenin sonunda ortaya çıkan gizemli yıldız çocuk tarafından sembolize edilen ruhani yaşam formu arasındaki evrimde bir basamak olarak düşündüğü görülüyor.
Bilimkurgu yalnızca androidlerin veya dış uzayın yer aldığı eserlerden ibaret değil. Bir sonraki gönderide, Daniel Keyes’in “Algernon için Çiçekler” adlı bilimkurgu klasiğine odaklanıyoruz. Keyes’in romanı AI ve Space Odyssey’nin HAL 9000’i sonrasında düşünüldüğünde daha fazla anlam kazanan problemleri soruyor:
“Gerçek zekanın bedeli nedir?”
“Bir kişinin zekasını yapay olarak manipüle etmenin etik açıdan anlamı nedir?”
Burada okuyabilirsiniz.
***
Makale ilk olarak 17 Mayıs 2017 tarihinde Knowing Neurons sitesinde yayınlanmış olup NöroBlog’un Knowing Neurons ile yaptığı işbirliği çerçevesinde Türkçeleştirilmiştir.
***
Anasayfamızdan daha fazla sinirbilim yazısına ulaşabilir, podcast ve videolarımıza erişebilirsiniz.