Renksiz bir dünya nasıl olurdu?
Renk algısını araştıran bir nörofizyolog olduğunuzu hayal edin. Işığın bir dalga olduğunu ve insanların renkleri retinalarında bulunan koni hücrelerinin farklı aktivasyon derecelerine bağlı olarak gördüğünü biliyorsunuz. Biliyorsunuz ki kırmızı koni hücreleri uzun dalga boyundaki ışığı, yeşil koni hücreleri orta dalga boyundaki ışığı, mavi koni hücreleri ise kısa dalga boyundaki ışığı algılar.
Yalnız ufak bir problem var: Bütün hayatınızı karanlık bir odada geçirmişsiniz ve dış dünyayla tek bağlantınız siyah-beyaz bir televizyon.
Renk algısını araştıran ama hayatında hiç renk görmemiş bir nörofizyologsunuz.
Şimdi bu siyah-beyaz odadan kaçıp ilk defa renkleri deneyimlediğinizi hayal edin.
Yeni bir şeyler öğrenmiş olur muydunuz?
Bu senaryo ilk defa filozof Frank Jackson tarafından evrenin tamamen fiziksel algılanmasına dair bir sorgulama çabası olarak ortaya atıldı. Renkler cisimlerin yansıttığı ya da emdiği ışık miktarına göre beynin dış dünyayı algılamakta kullandığı etiketler gibidir. Renklerle ifade edilen ışık tamamen matematiksel ve fiziksel bir dil kullanılarak ifade edilebilir, ancak rengin kendisini tanımlamak renkleri doğrudan deneyimlemeden imkansız gibidir.
Daha önce görmediğimiz, “görünmez” yeni renkleri görmek nasıl bir şey olurdu? Birçok kuş, böcek ve balık insanda bulunmayan ve ultraviyole ışığa duyarlı dördüncü bir tür koni hücresine sahiptir. Bu hücreler sayesinde mavi koni hücrelerinden de kısa dalgaboylu renkleri görebilirler. Her koni hücresinin yaklaşık 100 farklı rengi algılamamızı sağladığını düşünürsek, bu hayvanların bizden yüz kat daha fazla renk gördüğünü söyleyebiliriz. Bu hayvanların dünyayı nasıl algıladıklarını hayal etmek biz insanlar için imkansızdır.
Durun, daha kıskanmayın.
Dünya üzerindeki en gelişmiş renk algısına sahip mantis karidesinin tam 16 farklı tip koni hücresi vardır. Bu canlılar insanlardan 100 septilyon (1026) kat fazla renk görebilirler. Bu inanılmaz büyük bir sayıdır, evrenin başından bugüne kadar geçen süreyi saniyelerle ölçsek bile bu sayıya ulaşmak için bir milyarla çarpmak zorundayız.
Biz insanlar için bu “görünmez” renkleri görmek mümkün mü? Belki de evet. Yakın zamanlarda sincap maymunlarında yapılan bir çalışmada gen tedavisiyle kırmızı koni hücresi transplantasyonu başarıldı. Tüm erkek sincap maymunları doğuştan renk görüdür ve kırmızı ile yeşili birbirinden ayıramazlar. Bu tedaviye tabii tutulan maymunların bunu yapabildiği görüldü. Teorik olarak benzeri bir gen tedavisi insanlarda da uygulanabilir ve bu sayede ultraviyole renkleri görebiliriz.
Ancak bunun için göz merceğimizin yerini de değiştirmek gerekecek, çünkü insanda göz merceği ultraviyole ışınlara karşı bir filtre görevi görür. Göz merceği katarakt nedeniyle ameliyatla çıkarılan insanların ultraviyole renkleri açık mavi ya da açık mor gibi algılaması çok ilginçtir.
Katarakt ameliyatı olduğu bilinen Fransız empresyonist ressam Claude Monet‘nin ameliyat sonrasında çizdiği tablolardaki zambakların giderek daha mavi tonlarda görünmesinin açıklaması bu olabilir.
Elbette yeni bir renk algısı için dördüncü bir tür koni hücresine ihtiyacımız olduğunu söyledik ama böyle bir tıbbi prosedürün yapılması önünce ciddi etik engeller var.
Frank Jackson’ın siyah-beyaz odada yaşayan nörofizyolog senaryosundaki gibi, dördüncü bir tür koni hücresinin bize nasıl bir renkli görme algısı getirebileceğini asla bilemiyoruz. İşin asli, diğer insanların renk algılarının da bizimki gibi olduğunu söylerken bile bize benzer bir zihinleri olduğunu varsayıyoruz.
Peki ya sizin kırmızınız benim mavim, benim mavim sizin kırmızınızsa?
Nerden bilebiliriz ki?
***
Yazı ilk olarak 1 Temmuz 2015 tarihinde Knowing Neurons sitesinde İngilizce olarak yayınlanmış olup NöroBlog’un Knowing Neurons ile gerçekleştirdiği işbirliği ile Türkçe diline çevrilmiş ve yayınlanmıştır.
Anasayfamızdan daha fazla sinirbilim yazısına ulaşabilir, podcast ve videolarımıza erişebilirsiniz.