
Birçok nörolog ve filozofa göre dil, fikirlerin aktarılmasında nihai araç olmayabilir. Dijital çağda, dilin rolünü anlamak ve teknolojinin yarattığı yeni olasılıkları keşfetmek esastır.
Analitik felsefede, herhangi bir anlam dil içerisinde ifade edilebilir. Kaliforniya Üniversitesi filozofu John Searle, İfade ve Anlam (1979) adlı kitabında bu fikri “ifade edilebilirlik ilkesi, ifade edilmek istenen her şeyin dile getirilebileceğine dair ilke” şeklinde adlandırır. Dahası, Tractatus Logico-Philosophicus’da (1921) Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” der.
Sanat ve bilim daha önce dilin sınırlarını zorluyor. Sıra yapay zekada.
Analitik felsefenin hermetik olarak mühürlenmiş alanı dışında, doğal dilin anlam oluşturma konusundaki sınırları sanatta ve bilimde uzun zamandır tanınmaktadır. Psikoloji ve dilbilim, dilin mükemmel bir araç olmadığını kabul eder. Birçok düşüncemizin sözlü olmadığı ve en azından bir kısmının dilde ifade edilemeyeceği genel olarak kabul edilir. Özellikle, dil, çağdaş sanatın doğurduğu somut deneyimleri sıklıkla ifade edemez ve daha modern bilime özgü soyut düşünceyi formüle etmekte başarısız olur. Dil, düşünce ve duyguları iletmek için kusursuz bir araç değildir.
Yapay zekanın alanında, teknoloji uzmanlar için bile anlaşılmaz olabilir. “Yapay Zeka Daima Esrarengiz Midir?” yazısında Princeton Üniversitesi’nden nörobilimci Aaron Bornstein, yapay sinir ağları (hesaplamalı modeller) ile ilgili olarak şu sorunu tartışıyor: “Hiç kimse onların tam olarak nasıl çalıştığını bilmiyor. Bu da, kimsenin onların ne zaman başarısız olabileceğini tahmin edemeyeceği anlamına geliyor.” Örneğin eğer doktorlar, hastaların komplikasyon geliştirip geliştiremeyeceklerini değerlendirmek için bu teknolojiye güvenirlerse bu durum insanlara zarar verebilir.
Bornstein, kurumların bazen daha az verimli, ancak veri analizi için daha şeffaf araçlar seçtiğini ve “esrarengiz yapay sinir ağlarının kehanetlerinin artan etkisi hakkında hükümetlerin bile endişe göstermeye başladıklarını” söylüyor. Bornstein, “Yorumlanabilirlik gerekliliğinin kullanılan modeli yalnızca girdi ve çıktı verilerini dikkate alan “saf” bir çözümden alıkoyabilecek ve potansiyel olarak doğruluk payını düşürebilecek bir sınırlama gibi görülebileceğini ifade ediyor
Akıl, yapay zeka için bir sınırlamadır: “Yorumlanabilirlik, bu modellerin tam potansiyellerine ulaşmasını engelleyebilir.” Bu tür bir teknolojinin ürünü tam olarak anlaşılamadığından, bunu dille açıklamak neredeyse imkânsızdır.
Yapay zeka teknolojileriyle verilen kararlarda “Nasıl?” ve “Neden?” sorularının yanıtlarını bilebilmeliyiz.
Tokyo merkezli bir girişim olan Araya‘nın nörolog ve CEO’su Ryota Kanai, “Modern sinir ağlarının karmaşıklığı göz önüne alındığında, süreci insanların anlam ifade edebildikleri bir dile çevirmekte zorlanmak bir yana, yapay zekaların kararları nasıl ürettiğini anlamakta sıkıntı yaşıyoruz.” diyor. Bu amaçla, Kanai ve meslektaşları “içsel durumları hakkında iletişime geçebilmeleri adına yapay sinir ağlarına metabilişsellik yüklemeye çalışıyorlar.”
Arzuladıkları şey, makineye bir ses vermek: “Makinelerimizin yaptıklarını neden ve nasıl yaptıklarını açıklamalarını istiyoruz.” Bu iletişim şekli, makinelerin kendileri tarafından geliştirilmelidir. Bu geri bildirimle araştırmacılar, makineler tarafından verilen toplu kararları açıklayabilecek çevirmenler olarak hizmet vereceklerdir. İnsan diline gelince, Kanai, “Yapay zekalara kendilerini ifade etmeyi öğretmenin ek zorluğu” olarak adlandırmaktadır. (Bu ifade, hesaplama modellerinin “benlikleri” olduğunu varsayar.) Dil, yapay zeka için bir zorluktur.
Elon Musk, “seslerimizin yavaş ve özensiz iletişimini doğrudan beyin-bilgisayar bağlantısıyla güçlendirmemiz gerektiği” fikrini geliştirdi. Neuralink‘i, yani iddialara göre insanları zamanlarını ve enerjilerini dilde boşa harcamadan fikir alışverişinde bulunabilecekleri bir ağda birleştirebilecek şirketi kurdu. Cambridge Fakültesi Hukuk Fakültesi’nden doktora adayı Christopher Markou’nun The Conversation için yazığı makalede Neuralink hakkında, “Kendimizi yazılı veya sözlü bir dille yozlaştırmadan düşüncelerimizi, korkularımızı, umutlarımızı ve endişelerimizi paylaşmamızı sağlayabilir” diyor.
Ek okuma NeuraLink: Elon Musk Beynimizi Bilgisayarlara Bağlamak İstiyor
Wait But Why‘da blog yazarı ve karikatürist olan Tim Urban, Musk’ın düşünsel iletişim vizyonunu sunar ve “dille meydana gelen ‘aktarımda kaybolma’ fenomenini düşündüğünüzde, grup düşüncesinin ne kadar etkili olacağını anlayacağınızı” iddia eder. Bu proje, tekinsiz varsayımlarda bulunur; Musk sözlü iletişimi geliştirmek yerine onu sosyal etkileşimin yetersiz bir aracı olarak terk etmeyi önerir. İnsanlar genel olarak dili ileten iletişim ağlarının gelişimi takdir eder, ancak şimdi bunun yerine onlara teknotelepatinin şirketleşmiş ütopik geleceği ve dilin işbirliğine engel olduğu ürkünç bir şimdi teklif ediliyor.
– Hiçbir fikrim yok.
Amerikalı yazar Cormac McCarthy “Kekulé Problemi” adlı son yazısında, dilin kökenini tartışır ve bilişteki temel rolü hakkında şüphecidir: “Genel olarak, sorunlar genellikle dil açısından iyi bir şekilde ortaya konmaktadır ve dil bunları açıklamak için kullanışlı bir araç olmaya devam etmektedir. Ancak düşünme süreci -herhangi bir disiplinde- büyük ölçüde bilinçdışı bir meseledir.” O, bilinçdışını “bir hayvanı gütmek için bir makine” olarak tanımlamaktadır.
McCarthy dili görece yeni bir buluş olarak görür ve onu insanlar arasında yaklaşık yüz bin yıl önce hızla yayılmış bir virüsle kıyaslar. Dil hakkındaki görüşü, birkaç nedenden dolayı tatmin edici değildir. İlk olarak, dil, iletişimin kademeli evrimi nedeniyle gelişen insana dair bir yetidir; bunu bir virüs veya umulmadık bir icadın sonucu olarak düşünmek problemlidir. İkincisi, düşüncenin sözel olmaması için bilinçsiz olması şart değildir. Bilinçli düşüncenin çoğu söze dayanmaz. Son olarak, insanlar dil üzerinden aktarması zor sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. Bu, yakın gelecekte hem sanat hem de bilim için önemli bir meydan okuma olabilir.
Dilin faydaları ve sınırları
Dil düşünce için mükemmel bir araç olmasa da modern toplumları, kurumları, devletleri ve kültürleri mümkün kılan en önemli iletişim aracıdır. Onun sorunlara çözüm yaratabilme yetisi, insanların sosyal ilişkiler kurmasını ve yeni birliktelik biçimleri düzenlemesini sağlar. Kademeli değişim ile geliştirilen sağlam ve son derece optimize edilmiş bir iletişim şeklidir. Binlerce yıldır dil, sosyal etkileşim için bir araç olmuştur. Bu etkileşim varoluşsal tehditlerle (yetkecilik, soyutlanma, çatışma v.b.) karşı karşıyadır, çünkü öznel deneyimler (örneğin iş göçmenlere geldiğinde empatinin sınırlarını düşünelim) ve sanatla ve bilimle ilişkili bilgi birikimi (küresel ısınmanın karmaşıklığını düşünün) dilin ifade gücünün ötesine geçmiş gibi görünmektedir.
İnsanlık, dilin karmaşık ve yeni fikirleri iletme kapasitesine dayanır ve nitekim onları kültürüne entegre eder. İnsanlar ortaya çıkan küresel problemleri anlamakta ve tartışmakta başarısız olurlarsa, birbirleriyle dayanışma içerisinde problemlerin üzerine gidemeyeceklerdir. Aeon’daki “Bizi Zekasıyla Yenen Dünyamız” başlıklı makalesinde, Mt Zion’daki UCSF Tıp Merkezi’ndeki nörobilimler bölümünün eski yardımcı direktörü olan Robert Burton, şu muammaya dikkat çekiyor: “Eğer bilişsel bir göreve hazır değilsek, nasıl cevap vermemiz beklenebilir?” Bireyler kendi başlarına iklim değişikliğini durduramaz ya da gelir dağılımındaki artan eşitsizliği engelleyemez. Bu hedeflere sadece birlikte planlanmış çabalarla ulaşılabilir. Birlikte çalışmak için insanlar dile ihtiyaç duyar.
Sanatta da, öznel deneyimlerin her zaman dille aktarılamadığı hissedilir. Sanatçılar somut ifadenin sınırlarıyla yüzleşmek durumundadırlar. Bilim insanları da dilin, soyut fikirleri iletemeyen ham bir araç olduğunu anlıyorlar ve soyut düşüncenin sınırlarını inceliyorlar. Hem sanat hem de bilim sözlü iletişimden tatmin olmaz; merak uyandırmak için sanatçılar dilden vazgeçebilir ve bilgi edinmek için bilim insanları sıklıkla dili geride bırakmaktadır.
Harvard Tıp Fakültesinde bir moleküler kanser biyoloğu olan Ahmed Alkhateeb “Bilim, İnsan Aklını ve Sınırlı Kapasitelerini Aştı” başlıklı yazısında, yapay zekâ için dış kaynak araştırması önermektedir. Çünkü “insan zihni oldukça karmaşık doğal fenomenleri büyük veri çağında yeterince verimli bir şekilde yeniden oluşturamaz.” Sorun şudur ki, dil bütün toplum tarafından bilgi toplama ve güzelliği takdir etme aracıdır.
Dili terk etmek mümkün değil
Dili terk etmek sanat ve bilimi ötekileştirir. Keşif ve bilgi toplum için büyük oranda erişilmez hale gelir. İnsanlar gelecekle ilgili kararlar aldıklarında, politik süreçler insan düşüncesinin ön saflarında ne olduğunu kaydetmekte başarısız olabilir. Dil olmadan, sanat ve bilim kültürel önemini ve politik nüfuzu kaybeder: Sanatın insanların yüreklerine dokunması için daha az umut vardır ve bilimlerin halkı aydınlatması için daha az fırsat vardır. Sınırdaki sanat ve bilimlerle insanlık kültürel güvencelerini baltalıyor. Bugünün baskın anlatıları, bilimin ilerlemesini ve sanatın demokratikleşmesini ön plana çıkarsa da, küresel zorluklar, insanlık alanındaki bilimsel, ahlaki ve estetik ikilemlerle daha aktif bir ilişki kurmayı gerektiriyor. Dil, bu tutkuyu gerçekleştirebilecek anahtar araçlardan biridir.
Dilin sınırlarını zorlamak ile onu iletişim kurmak ve işbirliği yapmak için bir araç olarak kullanmak arasında bir denge kurmak önemlidir. Sanatçılar ve bilim insanları, kolayca anlaşılamayan ancak dille aktarılması gereken fikirlerle halka ulaşabilirler. Nautilus’un genel yayın yönetmeni Michael Segal “İklimi Düzeltmek, Daha İyi Hikâyeler Anlatmak” adlı makalesinde, bilimin kültür olmak için anlatılara ihtiyaç duyduğunu savunuyor. Anlatıların insanlığın küresel sorunları çözmesine yardım edebileceğini söylüyor. “Dünyadaki yerli halkların doğal afetler için uyarı işaretleri içeren mitler anlatmalarına” bakarsak, bu potansiyel bizim için de ortaya çıkar. Günümüzde insanlar, dünyanın ehil bir anlayışı üzerine faydalı anlatılar oluşturabilirler. Bu hikâyeler aşılmaz tehlikeleri kırılgan insan vücuduyla ilişkilendirebilir ve bu görev için dil en iyi politik araçtır.
Teknotelepatiden önce yapılması gereken: Dili daha iyi kullanmak
Örneğin; Yale’da tarihçi olan Timothy Snyder, New York Times’ın 2017 yılının en çok satanlar listesinde olan kitabı Tiranlık Üzerine’de (On Tryranny), otoriter rejimlerin insan yaşamına yönelik somut tehditlere karşı yükselişini ilişkilendirerek, okurlarını tiranlığa ayak uydurmaya teşvik etmek için yirminci yüzyılın tarihinden yararlanır. Onlardan dünyayla yüzleşmek için sorumluluk almalarını, kurumları savunmalarını, meslek etiğini hatırlamalarını, hakikate inanmalarını ve statükoya meydan okumalarını ister. Yazarın, dili güçlü ve berraktır. Bu tür anlatılar, dilin insan-ölçeği kategorilerini kullanarak karmaşık sosyal ve çevresel sorunların ele alınmasına yardımcı olabilir.
Nihayetinde, sanat ve bilim kritik öneme sahip olan bilgileri kavrar ve önemli deneyimlerle ilişkilendirir, ancak çoğu zaman onları dilde ifade edemez. Wittgenstein’ın dediği gibi “Hakkında konuşamayacağımız şeylerde sessiz kalmamız gerekir.” Ancak bu sessizlik insanlık için vahim sonuçlara yol açabilir. Sessizliği bozmak çok önemlidir. Sanat ve bilimin halkla konuşması, dili ve kültürü ilerletmesi gerekir.
İlk olarak qz.com‘da yayınlanan yazı, yazarının bilgisi ve onayı dahilinde Gülsüm Esen tarafından Türkçeye çevrilmiş ve NöroBlog’da yayınlanmıştır.